Çalışma hayatındaki her bireyin ortalama 30 yıl çalıştığını varsayarsak; Bu yıllar boyunca çalışma arkadaşlarımızla ne kadar zaman geçirdiğimizi düşündünüz mü hiç. Mutlaka düşünmüş ve konuşmuşsunuzdur. Biz yine de kaba bir hesap yaparsak; haftada 45, yılda 2.340, 30 yıllık mesaide 70.200 saat iş arkadaşlarımız ile birlikte olduğumuz sonucuna ulaşırız ki bu da kesintisiz 8,25 yıla denk gelir.
Oysa uykuda geçirdiğimiz zaman; günde 7, haftada 49, yılda 2.548, 30 yılda 76.440 saat veya kesintisiz 8,75 yıla denk gelir. Artık haftasonu dinlenmelerini, yıllık izinleri çıkartıp yolda geçen sürelerimizi de eklediğimiz zaman; ailemize, arkadaşlarımıza yada kendimize kalan zaman sadece günde 5, haftada 73, yılda 3.796, 30 yılda 113.880 saat veya kesintisiz 13 yıldır.
Demek ki 30 yıllık yaşamımızın %27,5 i çalışma, %29,17 si uyku, %43,33 ü kendimize ait geçmektedir. Çok fazla matematik değil mi. Oysa bizler genelde hesapsız ve ölçmeden yaşamayı severiz. Ancak kavramları sayılara dönüştürmek ifade de daha yüksek bir hassasiyet yaratabiliyor.
30 yıllık yaşamımızın %27,5 nu kapsayan çalışma hayatımızda her zaman performansımızı pozitif etkileyen, birlikte çalışmaktan çok mutlu olduğumuz, sürekli şikayet etmeyen, güleryüzlü iş arkadaşlarımız mı oluyor. Sanırım gülümseyerek ne yazık ki dediniz. Belki de işe odaklanmak yerine tüm enerjimi idare etmek için kullanıyorum diye aklınızdan da geçti.
Her zaman iş ortamımızda anlaşmakta zorlandığımız insanlar olabilir. Bu noktada iki seçenekle karşılaşırız. Birincisi derhal kaçmak, ikincisi ise empati yapmak, tepkilerimizi yönetmek, rahatsızlık duyduğumuz davranışları açıkça konuşmaktır. Ayrıca her zaman hata kaşımızdakinde de olmayabilir. Bir zen öğrencisi zen üstadına gitmiş: “üstadım, çok çalışıp aydınlanmak istiyorum. ne yapmam gerekir aydınlanabilmem için? bana yol gösterin.” bunu duyan üstad öğrencisine sormuş: “yemeğini yedin mi?”, “evet” demiş öğrenci. “o zaman git tabağını temizle ve bulaşıkları yıka.” diye cevap vermiş.
Şimdi de kurumdaki herkesin aynı düşünce yapısına sahip, eş olaylardan hoşlandığı yada öfkelendiğini düşünün. Felç olmuş böyle bir mantık disiplinin de, tekdüze bir yaşam da gelişme ve ilerleme olması mümkün müdür. Öyle olsa idi analitik ve şüpheci Galileo hiçbir zaman yolculuğa çıkmaz bizler de dünyanın bir tepside durduğuna inanırdık.
Şirket içerisinde hepimiz farklıyız ve farklı düşünmekteyiz. Bunun nedeni aile, kültür, eğitim, değerler, inançlar, etik anlayışlar, sosyolojik yada psikolojik olabilir. Önemli olan farklı düşünceleri içerisinden çıkılmaz anlaşmazlıklara götürmek değil çatışmanın olumlu yönlerini kullanarak doğruya ulaşmaktır.
Aslında doğru iletişim kurmak, alçakgönüllü, sabırlı ve önyargılardan arınmış olmak hepimizin pozitif duygular beslediğimiz iş arkadaşlarımıza gösterdiğimiz meziyetlerimiz. Kişisel yada Kurum olarak da bizi ileriye taşıyacak olan “Evet ve Haklısın” dan ziyade analitik düşüncelerini cesaretle ifade eden ve böylece katma değer yaratan söylemlerdir.
O zaman 30 yıllık yaşamımızın %27,5 nu kapsayan çalışma hayatımızda istemediğimiz kişi, konu yada olayları tamamıyla hayatımızdan çıkartmamız mümkün olmadığına göre birlikte yaşamayı öğrenmek daha rasyonel görünmektedir.